
Boşanma Davası
İstanbul Boşanma Avukatı, Boşanma Davası, Tedbir Nafakası
Av. Ahmet Sait Kendigelen
10/30/202416 min read


Boşanma Nedir:
Boşanma, evliliğin yasal olarak sona ermesidir. Günümüzde daha yaygın olmakla birlikte, eski çağlardan beri bütün toplumlarda boşanmaya rastlanmaktadır. Türk Hukukunda boşanma, anlaşmalı boşanma ve çekişmeli boşanma olarak ikiye ayrılmaktadır.
Anlaşmalı Boşanma Nedir:
Anlaşmalı boşanma, boşanma protokolü ile Aile Mahkemesi nezdinde açılacak bir dava yoluyla; aksine bir durum çıkmaması halinde tarafların tek celsede boşandığı dava türüdür.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise,
eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır.
Boşanma protokolünde ortak çocuğun velayeti, ortak malların nasıl tasfiye edileceği, müşterek çocukla ilişki tesisi, nafaka ödenip / ödenmeyeceği, kadının soyadı gibi boşanmanın sonuçlarına ilişkin kapsamlı bir sözleşme oluşturulması elzemdir.
Anlaşmalı boşanma protokolü ile birlikte dava dilekçesi mahkemeye sunulur. Akabinde davanın açılmasıyla birlikte aile mahkemesi bir tensip zaptı hazırlayarak taraflara tebliğ eder. Tensip zaptında dilekçelere cevap süreleri, delillerin ne zaman sunulacağı, delil ve gider avanslarının yatırılması gibi ihtarlar yapılır. Ayrıca ön inceleme duruşmasının tarih ve saati bildirilir. Ön inceleme duruşmasının ardından tahkikat aşamasına geçilir ve şartların oluşması halinde mahkeme tarafların boşanmasına karar verir.
Anlaşmalı Boşanma Kararına 2 hafta içerisinde istinaf yoluna başvurularak itiraz edilebilir. Anlaşmalı Boşanma Kararına itiraz edilmesi halinde, çekişmeli boşanma olarak yargılamaya devam edilmesi mümkündür.
Çekişmeli Boşanma Nedir?
Boşanmaya karar veren eşlerin, anlaşmalı boşanma hususunda anlaşamamaları halinde çekişmeli boşanma davası açılabilir. Çekişmeli boşanma davası, boşanmanın sonuçları hakkında anlaşmaya varamayan eşlerin; boşanmak ve nafaka, tazminat, çocuğun velayeti gibi konularda kendi talepleri doğrultusunda karar verilmesini Aile Mahkeme'sinden talep ettiği dava türüdür.
Boşanma Davası Açabilmenin Şartları Nelerdir?
Çekişmeli boşanma davası açabilmek için
eşlerin hayatta olması,
geçerli ve devam eden bir evliliğin bulunması,
eşlerden en az birinin boşanma talebi ile Aile Mahkemesi nezdinde dava açmış olması,
kanunda düzenlenen boşanma sebeplerinin en az birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bu sebeple şu şekilde sıralanabilir;
1- Zina (TMK. md. 161)
Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir. Zina, evli olan birinin eşinden başka birisiyle cinsel ilişki yaşaması durumudur. Cinsel ilişkinin olmadığı durumlarda zinadan söz edilemeyecektir. Mesajlaşmak, takipleşmek, öpüşmek, sohbet etmek gibi eylemler diğer eşin güvenini sarsıcı yahut sadakat yükümlülüğüne aykırılık teşkil eden eylemler olsa dahi zina olarak kabul edilmemekte, boşanma davasına konu edilmek isteniyorsa da ancak genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davasına konu olabilmektedir.
Zina sebebiyle boşanma davası açabilmek için hak düşürücü süre; davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıldır. Bu sürelerin geçmesinin ardından zina sebebi ile dava açmak mümkün değildir.
Aldatmayı affeden tarafın dava hakkı yoktur!
Aldatılan eşin zinayı affetmesi halinde bu sebebe dayanarak boşanma davası açma hakkı düşecektir. Affetme açık olabileceği gibi örtülü olarak da gerçekleşebilmektedir.
Örneğin; Dava hakkı olan eşin, zina eylemini öğrendikten sonra tarafların ortak hayata aynen devam etmesi örtülü (zımni) affetme olarak kabul edilecektir.
2- Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış (TMK md. 162)
Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.
Hayata kast, bir eşin, diğer eşi öldürme iradesini eylemleriyle ortaya koymuş olmasıdır. Fiil, öldürme teşebbüsü, intihara teşvik veya ölmemesi için alınması gereken önlemleri almamak şeklinde olabilir. Ancak başlı başına öldürme tehdidinin bulunması, hayata kast unsurlarının gerçekleştiği şeklinde yorumlanamaz.
Pek kötü davranış, bir eşin diğer eşe bedensel ve ruhsal sağlığını bozacak ağırlıkta uyguladığı fiillerdir. Evlilik içi tecavüz, ters ilişkiye zorlama, darp etmek, eve kapatmak vb. eylemler pek kötü davranışa örnektir. Pek kötü davranışın süreklilik arz edip etmediği önemli değildir. Bahsi geçen fiillerin bir kez yaşanması yeterlidir.
Onur Kırıcı Davranış, bir eşin diğer eşin izzet-i nefsini, onurunu zedeleyecek şekilde davranmasıdır. Hakaret etmek, aşağılamak, iftira atmak gibi davranışlar onur kırıcı davranışa örnek teşkil edebilir. Onur kırıcı davranışta, eylemin ağır olması gerekmektedir. Davranışın tekrarlanması, eylemi ağırlaştırıcı niteliktedir. Ancak bir eylemin onur kırıcı davranış olup olmadığı, içtihatlar doğrultusunda hakim tarafından belirlenecektir.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile boşanma davasında hakdüşürücü süre; Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıldır. Bu sürenin hakdüşürücü süre olduğunu ve mahkeme tarafından re'sen dikkate alındığını hatırlatmak elzemdir.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışı affeden tarafın dava açma hakkı yoktur!
Unutmamak gerekir ki affeden tarafın dava açma hakkının olmadığı her eylem için ayrı ayrı değerlendirilecektir.
Örneğin; Eşi Zeynep'in peşine hafiye takarak, eşinin onuru zedeleyen Ali, affedilmesinden iki ay sonra yaşadığı bir tartışmada eşini darp ederse; Zeynep, Ali'ye peşine hafiye takması sebebiyle boşanma davası açamayacak ancak darp edilmesi sebebiyle boşanma davası açabilecektir.
3- Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (TMK md.163)
Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.
Suç işleme kavramından her suçun anlaşılmaması gerektiği, kanunun ifadesi ile de açıkça görülmektedir. Suç işlemenin boşanma sebebi olabilmesi için, işlenen suçun KASTEN işlenmiş olması ve küçük düşürücü nitelikte olması gerekmektedir. Taksirle işlenen suçlar, suç işleme sebebiyle boşanma davası açabilme hakkı tanımaz.
Bir suçun küçük düşürücü nitelikte olup olmadığı hakim tarafından genel ahlak kurallarına göre, toplumun yapısına göre, kanun ve içtihatlara göre belirlenebilecektir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan; zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas suçları, küçük düşürücü nitelikteki suçlar arasında yer alır.
Haysiyetsiz hayat sürme, toplumun değer yapısına, ahlakına, şeref ve namus anlayışına aykırı hareket ve eylemlerin yaşam biçimi olarak benimsenmiş olması halidir. Haysiyetsiz davranışın, bir defaya mahsus yapılmış olması, diğer eşe bu sebebe dayanarak dava açma imkanı sağlamaz. Davranışın hayat tarzı olarak benimsenmesi veya belirli bir süre devam etmesi gerekmektedir.
Haysiyetsiz hayat sürmeye aşağıdaki durumlar örnek verilebilir;
Randevu evi işletmek (Fuhuş alanında işveren olmak)
Alkol bağımlılığı
Kumarbazlık.
Uyuşturucu bağımlılığı / ticareti
Teşhircilik yapmak
Dilencilik
Eşcinsel İlişkiler
Haysiyetsiz hayat sürme sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için bir diğer şart ise, haysiyetsiz davranışların diğer eş için müşterek yaşamı çekilmez hale getirmesi gerekliliğidir. Eğer haysiyetsiz yaşam biçiminden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenebilirse, bu sebebe dayanılarak boşanma davası açılamayacaktır.
Örneğin; Karı / koca geçimini dilencilikle sağlıyor veya iki taraf sürekli birlikte kumar oynuyorsa müşterek yaşımın çekilmez hale geldiği iddiası asılsız olduğundan, bu sebebe dayanılarak boşanma talebinde bulunulamayacaktır.
Dava hakkı olan eşin affetmesi durumunda, kanun diğer sebeplere bağladığı sonucu suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme sebebiyle boşanma durumuna bağlamamıştır. Ancak doktrinde genel kanı, affetme halinde müşterek yaşamın çekilmez hale gelmesi koşulunun mümkün olmayacağı yönündedir.
4- Terk (TMK md. 164)
Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır. Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
5-Akıl hastalığı (TMK md. 165)
Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir
Akıl hastalığının başlı başına boşanma sebebi olmadığını hatırlatmak elzemdir. Zira akıl hastalığının yanında ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi koşulu da bu sebebe dayanarak dava açmanın şartıdır. Ayrıca bu sebebe dayanarak dava açılabilmesi için akıl hastalığının evlilikten sonra ortaya çıkmış olması gerekir.
Yani, Akıl Hastalığı sebebi ile boşanma davası açabilmenin şartları;
Evlendikten sonra, eşlerden birinin akıl hastalığına yakalanması,
Akıl hastalığının geçmesine olanak bulunmadığının resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmesi,
Akıl hastalığı yüzünden müşterek yaşamın diğer eş için çekilmez hale gelmesidir.
Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığına yönelik resmi sağlık kurulu raporuyla tespit yapılması gerekmektedir. Bu meyanda akıl hastalığının geçmesinden sonra dava açılamayacağı açıktır.
Her türlü akıl hastalığı için dava açılamaz. Örneğin hafif manik / depresif akıl hastalığı, diğer iş için müşterek hayatı çekilmez hale getirecek davranışlarda bulunulmadığı sürece boşanmaya sebep değildir.
6-Evlilik birliğinin sarsılması (TMK md. 166)
Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.
Uygulamada en sık rastlanılan boşanma davası, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davasıdır. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açabilmenin şartları;
Evlilik birliğinin, temelinden sarsılması,
Müşterek yaşamın çekilmez hale gelmesi,
Davalının, davacıdan daha az kusurlu olduğu itirazını ileri sürmemiş olması veya ileri sürülen itirazı kabul etmemiş olması, (Bu davanın açılabilmesi için kusur şart değildir, her iki eşin kusursuz olduğu hallerde de bu dava açılabilir.)
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmanın, genel boşanma sebebi olduğunu; spesifik durumlara göre ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini hatırlatmak elzemdir.
Kanun koyucu toplumun temel yapı taşı olan aileyi korumayı hedeflemiş ve bu sebeple boşanmayı ancak dava açma yoluyla mümkün kılmıştır. TMK m. 166 ile getirilen özel boşanma sebepleri ile de bireyin mutlu olmadığı, ortak bir hayat geçirmesinin eşlerden beklenemeyeceği evliliklerde, evliliğin sona erdirilebilmesi için evlilik birliğinin sarsılması yolu ile boşanma davası açılabilmesi mümkün kılınmıştır.
BOŞANMA DAVASININ SONUÇLARI;
Boşanma davasının sonuçları olarak, aşağıdaki başlıklar gündeme gelecektir;
Boşanma,
Nafaka,
Müşterek Çocukların Velayeti,
Maddi ve Manevi Tazminat,
Evlilik İçinde Edinilen Malların Paylaşılması,
Düğün Takılarının Paylaşılması
1) Boşanma
Türk hukukunda boşanma, kanunda belirtilen (yukarıda açıkça anlatılmıştır) bir sebebe dayanarak, eşlerden en az birinin açtığı dava sonucu, mahkeme kararı ile evlilik birliğinin sonlandırılmasıdır. Boşanma davasının en büyük sonucu, evlilik birliğinin sonlandırılması olarak karşımıza çıkar.
2) Nafaka
Nafaka, boşanma veya ayrılık sonrasında bir tarafın diğer tarafa belli bir süre maddi destek sağlamasını ifade eder.
Türk hukukunda dört çeşit nafaka düzenlenmiştir;
a) Tedbir Nafakası; boşanma davası süresince eşlerin geçimi, barınması için verilebilecek nafaka türü olup TMK m. 169 ile düzenlenmiştir.
"Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır. "
Madde hükmünden de anlaşılacağı üzere tedbir nafakası, taleple bağlılık ilkesi kapsamında değerlendirilmez. Yani mahkemenin eşlerin geçimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin önlemlerin alınmasının gerekli olduğu hallerde talep olmasa da tedbir nafakasına hükmedebilecektir.
b) İştirak Nafakası; İştirak nafakası, müşterek çocuğun bakımını üstlenen eşin, diğer eşten çocuğun bakımı için harcadığı masraflara katılmasını talep ettiği nafaka türüdür. TMK md. 182'de düzenlenmiştir.
"Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır."
c) Yoksulluk Nafakası; boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek tarafın talep edebileceği nafakadır. TMK md. 175 ile düzenlenmiştir;
"Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz."
Yoksulluk nafakası talep eden tarafın daha ağır kusurlu olmaması gerekmektedir. İki tarafında kusursuz olduğu hallerde dahi yoksulluk nafakasına hükmedilebilir.
Yoksulluk nafakasının toptan veya irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.
İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.
d) Yardım Nafakası; Yardım nafakasının boşanma davası veya evlilik ile bir ilişkisi yoktur. Bir kimsenin, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan altsoy ve üstsoyu ile kardeşlerine ödediği nafaka çeşididir. TMK md. 364 ile düzenlenmiştir.
"Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür"
3) Müşterek Çocukların Velayeti;
Velayet çocuğun menfaatlerinin korunmasına hizmet eden hak ve yükümlülüklerin toplamıdır. Çocuğun velayetinin kime verileceği hususunda öncelikle dikkat edilen husus çocuğun üstün yararıdır. Bu meyanda çocuğun yaşı da velayetin kime verileceği sorusunun cevabı için önemlidir.
0-3 Yaş Aralığındaki Çocuğun velayeti; Bu yaş aralığında çocuğun anne şefkat ve bakımına ihtiyacı olduğu kabul edilir. Bu sebeple annenin işinin, kazandığı paranın, yaşadığı hayat tarzının önemi olmadan çocuğun velayeti anneye verilmektedir. Yargıtay'ın bu yaş aralığındaki çocukların velayetinin anneye verilmesine yönelik görüşü istikrar kazanmıştır.
3-6 Yaş Aralığındaki Çocuğun Velayeti; Bu yaş aralığındaki çocukların da annenin bakım ve şefkatine ihtiyacı olduğu söylenebilir. Ancak 0-3 yaş aralığındaki çocuğun velayetindeki gibi velayetin anneye verilmesi zorunluluğu söz konusu değildir. Hakim bu durumda çocuğun üstün yararını gündeme getirecek; annenin - babanın ekonomik durumu, çocuğa sağlayabileceği imkanlar, yaşam biçimini göz önünde bulundurarak karar verecektir.
6-12 Yaş Aralığındaki Çocuğun Velayeti; Bu yaş aralığında, anne veya babanın ekonomik durumu, çocuğa sağlayabileceği imkanlar, hayat tarzları, eğitim seviyesi vb. durumlar önemlidir. Ayrıca mahkeme uzman bir pedagog aracılığıyla çocuğu dinleyecek ve kararında çocuğun beyanı da etkili olacaktır.
12-18 Yaş Aralığındaki Çocuğun Velayeti; Bu yaş aralığında çocuğun belli bir olgunluk seviyesine sahip olduğu, artık akıl baliğ ön kabulü ile çocuk da dinlenerek velayetin tayin edilmesi gerekmektedir.
Unutmamak gerekir ki her durumda öncelikle çocuğun üstün yararı gözetilecektir.
4- Maddi ve Manevi Tazminat
Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. (TMK m.174)
Boşanmada maddi tazminatın hesaplanması somut duruma göre değişiklik gösterebilecektir. Temel olarak maddi tazminatın hesaplanmasında şu hususlar dikkate alınır;
Evliliğin süresi,
Tarafların ekonomik durumu,
Tarafların yaşları,
Tazminat talep eden eşin boşanma sonrasında yeniden evlenme olasılığı,
Eşlerin kusur / kusursuzluk durumu,
Kusurun ağırlığı,
Boşanma neticesinde eşlerin nafaka, ziynet alacağı, mal paylaşımı vb. adı altında başkaca alacağı olup / olmadığı,
Ayrıca Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenen Haksız Fiile İlişkin 50'nci,51'nci ve 52'nci maddeler kıyasen uygulanır.
5- Evlilik Birliği İçinde Edinilen Malların Paylaşımı:
Mal rejimi, evlilik birliği öncesinde veya evlilik birliği esnasında eşlerin sahip oldukları malvarlığı değerleri üzerinde hangi şartlar altında ve hangi suretle tasarrufta bulunulabileceklerinin ve evlilik birliği sona erdiğinde mal rejiminin hangi yöntemler izlenerek tasfiye edileceğinin belirlenmesidir. Taraflar mal rejimi tercihi yapmadıysa boşanma ile uygulanacak mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. (01.01.2002 tarihinden önce evlenenler için; bu tarih öncesinde edinilen mallar açısından mal ayrılığı rejimi uygulanacaktır.)
Yasal mal rejimi Madde 202 uyarınca edinilmiş mallara katılma rejimidir. Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilirler.
Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir. Bir eşin edinilmiş malları özellikle şunlardır:
1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler,
2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar,
4. Kişisel mallarının gelirleri,
5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler. (TMK md.219)
Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır:
1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,
2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,
3. Manevî tazminat alacakları,
4. Kişisel mallar yerine geçen değerler (TMK md. 220)
Eklenecek değerler
Burada, eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar ve bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler edinilmiş mallara değer olarak eklenir. (m. 229)
Denkleştirme
Ayrıca; bir eşin kişisel mallara ilişkin borçları edinilmiş mallardan veya edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise, tasfiye sırasında denkleştirme istenebilir. (m. 230)
Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan miktardır. (m. 231)
EŞLERİN PAYI
Her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar.
Bu aşamada karşılıklı alacaklar varsa, bu alacaklar takas edilir.
Zina veya hayata kast nedeniyle boşanmada eşlerin payı
Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma hâlinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
6- Düğün Takılarının Paylaştırılması;
Bu hususta Yargıtay'ın yerleşik kanaati düğün takılarının kadına ait olduğuna yönelikti. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2023/5704 Esas, 2024/2402 Karar sayılı ve 04.04.2024 tarihli kararı ile ilkesel nitelikte yeni görüş ortaya konmuştur.
a) Taraflar arasında ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda anlaşma mevcut ise paylaşım bu anlaşmaya göre gerçekleştirilir.
b) Ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda taraflar arasında anlaşma bulunmadığı takdirde yerel örf ve adetin varlığı iddia ve ispat edilirse bu kurala göre paylaşım gerçekleştirilir.
b) Aksi takdirde erkeğe ve kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey kural olarak kendilerine aittir.
Ne var ki takılar içinde karşı cinse özgü (kadına ya da erkeğe özgü) bir şey varsa o cinse verilmiş sayılır. Özgü olma konusunda çekişme varsa ve gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılmalıdır. Bilirkişi incelemesi sonucunda o şeyin her iki cinse özgü olduğu belirlenmişse o şey takılan/verilen eşe ait olur. Takı sandığı/torbasına konulan ekonomik değer taşıyan şeyin aidiyeti konusunda; konulan şey kadına ya da erkeğe özgü bir şey ise o cinse verilmiş sayılır, o şeyin her iki cinse özgü olduğu belirlenmişse ortak kabul edilmelidir" yönündedir. Uyuşmazlık, tarafların iddia ve savunmaları da dikkate alınarak bu ilkeler doğrultusunda çözülmelidir.